giresunguncel @ gmail.com

Atalarımız Horasan’dan koyun sürülerini önlerine kattıkları gibi Diyar-ı Rum yani Anadolu’nun Doğu kapılarından girmişler, Anadolu’ya, Hacı Bektaş-i Veliler, Mevlana Celalettin Rumiler vb. birçok erenlerin izlerinden Anadolu’ya gelirken yağız atlarının terkisinde ikide kutsal emanet getirmişlerdir. Biri Zülfikar dedikleri kılıçları diğeri de sazları.
Kılıçlarını zalimlere haddini bilmeyen kuralsızlara saz, aşıklara ve dertlilere çalmak için onların iyi ve kötü günlerinde dertlerine ortak olmak acılarını ve sevinçlerini sazın tellerine dökmek için.
İşte Türk boyları o günden beridir ki deyişler ve nefeslerle taşlanan erenlerin türküleri Anadolu’nun dört coğrafyasında çalınmış, söylenmiş, bozkırları yeşertmiş, ırmakları coşturmuş geceleri gündüzleri birleştirmiştir.
Türküler bazen dillendirilemeyen bir acının aşkın sesi olmuş, bazen de zalimlere karşı boş kaldırının lirik ezgisi, kimi zamanda özlemlerin umutlarının beklentilerin trajik tınısı. Akdeniz’i kuşatan Toros dağlarının yaylalarında ki Yörüklerin, tahtacıların, Ege’de ki zeybeklerin, manavların, efelerin dilinden bir ağıt gibi akıp gelen türküler. Karadeniz Bölgesi’ne yerleşen Oğuzların, Çepni Döğer, Eymür, Karkın, Ala Yurtlu, Bayındır boyları da sazlarıyla, kemençeleriyle olaylı bir ağıt gibi sazlarının tellerine dökmüşlerdir.
Yüzyıllardır sazlarıyla, sözleriyle, Kayıkçı Kul Mustafa, Dadaloğlu, Köroğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Aşık Veysel, Mahzuni Şerif ve adlarını sayamadığımız niceleri ve daha niceleri geçmiş yüzyıllardan günümüze türküleri ve Anadolu kültürünü yaşattılar.
Türkülerde Anadolu coğrafyasının da kendisidir. Özüdür. Kulak verin doğruyu yaşayışı, ahlaklı, evrensel, diğerleri ve sevgi temasını duyarsınız. Her dizesinde anlam yatar.
Sazın telleriyle halk şairinin sözü, hep aynı kaynaktan çağlar. Varlığına birliğine inanıp onun sevgisini aşkın bir felsefeyle hisseden Mevlana Celalettin Rumi ağzından dökülen ilahilerde bir tür mistik türküdür.
Tıpkı bir çare Yunus’un gerçek aşkla söylediği öz Türkçe ilahiler gibi Türküler yani halkın söyleyen dili. Bin yıldır bu topraklardan kuşaktan kuşağa akıp geldiler. Kimi zaman kederlenip ağıt oldular, kimi zaman sevince katılıp horon oldular. Şimdilerde şehir soylu kuşaklardan pek rağbet görmüyorlar. Ancak onları yaşatacak güçlü bir Anadolu kuşağı yüzyıllar boyu hep var oldu. William Shakespeare’nin sözleriyle “Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür.”

Yöre kültürümüzde Giresun ve ilçeleri başlı başına bir bölge özelliği gösterir. Türkülerimiz sözleriyle sevda yüklüdür. Özünde sevgi, yiğitlik, mertlik ve sosyal dayanışma vardır. Giresunlu, Giresun türkülerinin yaşatıcısıdır. Giresun insanı muhabbeti sever, muhabbetini Giresun türküleriyle yapar. Türkülerimiz insanları kaynaştırmanın sanki ilacıdır. Sanki devasıdır.

Giresun türküleri sevgi, saygı ve sosyal bütünleşmenin sağlayıcısıdır. Yöremiz insanı bir fındığın içini yarinden ayrı yemeyecek derecede ve eşine saygılıdır. Çevresine eşit mesafede ve adaletli davranır.
“Elin bir tanesine de nasıl diyemem” demeyecek kadar merttir. Dürüsttür.